Yıldızların fotoğrafçısı Mert Alaş içki markası Seventy One’ı anlattı : İstediğim lezzete 5 yılda 680 denemede ulaştım

Oksijen’den Zeynep Atmaca’ya konuşan dünyanın en ünlü moda karelerini yakalamış isimlerden biri olan fotoğraf sanatçısı Mert Alaş, cin markasını anlattı.

En sevdiği içki konusunda son derece seçici davranan Alaş, kendisinin ve çevresinin içeceği cini ortaya çıkardı. Markanın ortağı ise Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un eşi Nevbahar Koç oldu.

Seventy One’ı gece hayatına bir saygı duruşu olarak yarattığınız doğru mu?

Gece hayatı denince bazen farklı anlaşılıyor. Gecenin benim için yeri özel. Bir kere renk farkı var; karanlıkta bütün renklerin, ışıltıların çok daha dramatik bir parlaklığı olduğunu hissediyorum. Gecenin sessizliğinde kuş, rüzgar, deniz, dalga, müzik gibi özel sesler bize çok daha enteresan şekilde hitap ediyor. Herkes yattıktan sonra kendi dünyamın içine girip çalışmayı çok severim. Gece hayatına saygı duruşu derken bahsettiğim de diskosu, müziği, çalgıcısı değildi aslında. O sessizlik ve karanlıktaki güzelliği yakalamaktı.

“TÜRK LİMONUNUN VE ISPARTA GÜLÜNÜN EN İYİSİ OLMALIYDI”

Neler tetikledi sizi?

Bir kere cini çok seviyordum. Çocukluğumda annemlerin elindeki cin toniği hatırlıyorum, 1980’lerden kalma bir ismi, bir havası var hatıralarımda. Son yıllarda içimdeki ses yine “Bunu nasıl güzelleştiririm, buna ne katabilirim?” diye düşünmeye başlamıştı. Sadece yaratacağım cinin tadından değil, hikayesinden de heyecanlanmaya başladım. Birçok içki imalatçısı gezdim ve bu sırada kafamda birçok soru işareti oluştu. Bu soruların yanıtlarını ararken direkt olarak parfüm damıtma yöntemine yöneldim. Normal cin yapımında içindeki tüm bitki ve meyveleri aynı anda, birlikte damıtıyorlar. Oysa parfüm yapımında her biri tek tek ve ayrı ayrı damıtılıyor. Ben de öyle yapmak istedim. “İçkimde en iyi Türk greyfurtu, Türk limonu ve Isparta gülü olmalı” diye düşündüm. Hepsi ayrı bir şekilde damıtılırsa ne değişir diye görmek istedim ve arada korkunç bir fark olduğunu gördüm. Tabii çok daha fazla vakit alıyordu ve ticari olarak çok anlamlı değildi. Herkes bana ‘Sen deli misin?’ dedi, ‘Ben böyle yapmak istiyorum’ dedim. Ortaya çıkan ürün de çok farklı oldu.

“8-9 SAATLİK İŞİ 2 BİN SAATLİK İŞ HALİNE GETİRDİM”

İki damıtma şekli arasında süre olarak nasıl bir fark vardı?

Bir cini aslında sekiz-dokuz saatte yapmak mümkün. Benim yaptığım işlem 2 bin saat sürüyor. Bu 2 bin saatten sonra bir de normalde ürünün yapımında olmayan bir şeye geçiyorum, fıçılarda bekletiyorum. Çünkü benim hayalim içine hiçbir şey katmaya gerek kalmayan bir cin yapmaktı. Tek başına içilen içkilerin fıçıda bekletildiğini öğrenince ben de farklı fıçılar denedim. Sonunda konyak, şeri ve meşe fıçısında karar kıldım. Şeri şeker katmadan bir tatlılık verdi, konyak tüm aromaları yumuşatıp keskinliğini aldı, boş meşe fıçısında bekletmek de bir tazelik kattığı için istedim. Yarattığım hikayeye uymalıydı. Ağır ve yavaş bir gece hayatını sevmem. Böylece tek buzla içilebilecek, tam istediğim gibi bir içki oldu. Fıçılarda beklemesi ona istediğim daha sarımsı rengi de verdi. Bekleme süresi o kadar önemli ki, tam istediğimiz süreyi tutturmak için defalarca kez deneme yaptık. Sonunda tam 71 günde istediğimiz kıvama ulaştı. 71 ayrıca doğum yılım olduğu için de markanın ismi de o oldu.

Neden parfüm şişesine benziyor?

Seventy One dünyasını kurarken çocukluğumda etkilendiğim ögelere başvurdum. Mesela çocukluğum Bodrum’da geçti, Milas’a yakın bir yerde arkadaşımın ailesinin bahçeleri vardı. Oradaki limonları, portakalları hatırlıyordum, Isparta’nın güllerinin kokusunu hatırladım…Bu hikayede Türkiye’den bir şeyler olsun istiyordum. Parfüm, art deco mobilyalar, binalar, bunlar da çok sevdiğim şeyler… Şişeyi düşünürken onlara baktım, çok sade bir şey olsun istedim…Tabii bir de farklı olma hastalığım da var. Ne yaparım da insanları şaşırtırım diye de düşündüm. Parfüm şişesine benzedi evet ama inanın benzesin diye yapmadım. Ama insanlar benzetmeye başladığında yanlış bulmadım çünkü sonuçta yapımı da aynıydı. Sanatta lider ruhlu, kendine çok güvenen biriyim ama bir işin uzmanına da bir o kadar saygı duyarım. Bu işe başlarken yolum çok ünlü bir burunla kesişti, ondan ince detaylar öğrendim. ‘Ultra premium’, ‘luxury’ gibi laflar benim için boş, önemli olan detaydır. ‘Luxury’ detayların toplamıdır; yoksa süslü bir şişe, iki ünlü insan, bu sürdürülebilir bir yaklaşım değil. Gerçek bir ürün, gerçek bir hikaye ve gerçek bir yenilik gerekiyordu. 30 yıldır hayatımı verdiğim sanatımın imzasını ancak çok farklı bir ürüne vermeliydim. Beş yılda yaklaşık 680 tane Seventy One’dan sonra “oldu” diyebildim.

Bu ürünü sanırım zaten biraz kendiniz ve yakın çevreniz için yarattınız değil mi?

Ben tek çocuğum. Hayatım boyunca paylaşmak, vermek, göstermek istedim. Seventy One tabii ki böyle bir hikayenin parçası. Bu beş yıllık yapım sürecinde Madonna’dan Kate Moss’a, Donatella Versace’den Dua Lipa’ya, tasarımcıları, sanatçıları evimde bir masada bir araya getirip onlara tadımlar yaptırdım, notlar paylaşmalarını istedim. Markanın doğumu için çok önemli günlerdi.

Dünyanın önde gelen fotoğrafçılarından birisiniz. Yapay zekayla yaratılan fotoğraflarla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Onları oyun gibi görüyorum. Aslında bence insanoğlunun böyle bir tehlikeye ihtiyacı vardı. Asıl şimdi gerçek sanatçıya, sese, müziğe rağbet edecek insanlar. Bu tehlike benim rönesans diye bahsettiğim dönemin gelişini hızlandıracak.

MERT ALAŞ BAHÇEYLE UĞRAŞMAYA BAYILIYOR

Çok hareketli bir hayatınız var, sizi topraklayan, kendinize getiren bir rutininiz var mı?

Bahçıvanlık ve yemek yapmak. ABD’de çekim yaptığımda Los Angeles’tayım, oraya gider gitmez bahçemde işe girişiyorum, Londra ve Ibiza’da da böyle. Hatta arkadaşlarımın evine gidince bile bahçeyle uğraşıyorum. Yemek yapmak da öyle ama zaten çekim sürecine girdiğimde bir kaos dünyasında olurum. Yani bir ‘kaos Mert’ var bir de ‘doğa Mert’. Çalışırken kaos, adrenalin, uykusuzluk, stres bunlar benim yakıtım. Durduğum zaman ise sessizlik, bahçe, hayvan, güneş, gök, çimen bunlar beni besliyor. İnanın bazen Los Angeles veya Ibiza’ya gittiğim zaman bir hafta filan bir tek kelime bile etmiyorum. Tüm dünyaya kendimi kapatıyorum. Sadece ben, ağaç ve zihnim kalıyoruz. O beni kaotik sanat ve iş dünyasından özüme, insanlığıma geri döndürüyor. Sonra tabii ki kaosa dönüyorum.

patronlardunyasi.com

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir