TÜSİAD raporu: Türkiye servet eşitsizliği ile öne çıkan bir ülke; en önemli tartışma konusu ise “ittifaklar”

TÜSİAD, Cumhuriyet’in 100. Yılı için başlattıkları “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye Çalıştay Dizisi”nin raporunu paylaştı. Bir dizi soruya cevap aranan raporda, en önemli tartışma konularından birisinin Türkiye’nin içinde yer aldığı ittifak sistemi olduğu vurgulandı. Raporda, “Burada temel uzlaşı noktası Türkiye’nin mevcut ittifaklarından vazgeçilmemesi konusunda oldu. Ancak bu ittifaklara dahil olma biçimleri ve Türkiye’nin stratejik özerkliği önemli bir tartışma alanıydı. Kimi katılımcılar Türkiye’nin Batı ittifakı içerisinde belirgin bir aktör olarak kalmaya devam etmesinin önemini vurgularken ve bu ittifakın Türkiye dış politikası için ana ittifak sistemi olması gerektiğinin altını çizerken; kimi katılımcılar için Batı ittifakı Türkiye’nin farklı ittifaklarından sadece birisi olmalıydı” denildi.

Raporun “Refah ve Bölüşüm Çalıştayları” isimli kısmında ise Türkiye ekonomisinin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana belirli bir uzun vadeli trendin etrafında oynaklık göstermekle beraber hem toplam hem de kişi başı milli gelir açısından anlamlı bir ekonomik büyüme gösterdi belirtilirken, bu ekonomik büyümenin sosyal refaha ne ölçüde yansıdığı ve özellikle toplumun tamamını kapsayacak ve toplumun geniş kesimlerinin zaman içerisinde göreceli olarak büyüyen pastadan pay alacağı şekilde gerçekleşip gerçekleşmediği, uzunca bir süredir hem akademik dünyada hem de siyaset ve medyada tartışılan konular olageldiği söylendi. Bu bölümde, “Türkiye servet eşitsizliği ile öne çıkan bir ülke” denildi.

Çalıştay Dizisi’nin proje eş koordinatörlüğünü Bekir Ağırdır ve Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu yürütürken, Cumhuriyet ve Demokrasi çalıştaylarının eş moderatörleri Prof. Dr. Murat Somer ve Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu, Küresel Dönüşüm ve Ulusal Strateji çalıştaylarının eş moderatörleri Prof. Dr. Evren Balta ve Barçın Yinanç, Refah ve Bölüşüm çalıştaylarının eş moderatörleri Prof. Dr. Ceyhun Elgin ve Prof. Dr. Burça Kızılırmak, Çevre ve Kalkınma çalıştaylarının eş moderatörleri Dr. Ümit Şahin ve Prof. Dr. Erinç Yeldan oldu.

“Cumhuriyeti ve demokrasiyi birlikte nasıl güçlendireceğiz?”, “Ulusal stratejimizi küresel dönüşümler içinde nasıl konumlandıracağız?”, “Refahı artırırken bölüşümü daha adil nasıl yapacağız?, “Kalkınmayı sağlarken, çevreyi nasıl koruyacağız?” sorularının cevaplarının arandığı dizide, 224 katılımcı görüşlerini aktardı.

8 çalıştay ve 1 yuvarlak masa toplantısı düzenlendi

Raporun giriş yazısında Bekir Ağırdır, her bir çalıştay için ilgili moderatörler tarafından tartışmalara zemin olmak üzere kavram belgesi ve tartışılması gereken başlıklara dair soruların ve başlıkların hazırlandığını belirterek, raporun yöntemine ilişkin şunları söyledi:

 “Her konu başlığında ikişer kez olmak üzere gerçekleştirildi. Her bir çalıştay için konunun uzmanı olan akademisyenlerden, konunun tarafı olan sivil toplum örgütleri, iş dünyası, sendikalar, çevre örgütleri temsilcilerinden, düşünce insanlarından, geçmişte siyaset ve bürokraside görev almış kişilerden, toplumsal kümeleri ve farklılıkları temsil edenlerden oluşan katılımcılar belirlendi. Toplam 8 çalıştay ve 1 dar katılımlı yuvarlak masa toplantısı düzenlendi. Bu 9 toplantı; 5 farklı şehirde, toplam 224 katılımcıyla gerçekleştirildi. Proje eş koordinatörleri ve eş moderatörlerinin de katıldığı toplantıların akış yöneticiliğini İdil Türkmenoğlu yaptı. Çalıştaylar, katılımcıların da bilgi ve izinleri çerçevesinde kayda alındı. Kayıtlar anonimleştirilerek moderatörlerin yorumlamaları ve çıkarımları ile bu raporun içeriğinde yer alan çalıştay değerlendirme raporları haline getirildi.”

“Taze bir bakış gereksinimi ortada”

“Cumhuriyet ve Demokrasi” başlıklı çalıştayda, Türkiye’nin hem bir cumhuriyet hem bir demokrasi olarak uzun bir tecrübeye sahip olduğu belirtildi. İlk dönemlerinde Cumhuriyet’in fikren yüzünü döndüğü Batı dünyası demokrasi ve otokrasi arasında çetin bir mücadeleye sahne olunduğu ve Bu farklı demokrasi ve cumhuriyet tasarımları yeşerdiği aktarılan raporda, son yıllarda Türkiye’nin ve dünyanın siyasal yoğunluk ve çalkantılar yaşadığı belirtilerek, “Birçok demokratik ülkede demokratik ve kamusal kazanımları tehdit eden ama henüz tam kavramsallaştıramadığımız yeni bir popülist dalganın dünyaya yayıldığı bu dönemde, cumhuriyet ve demokrasinin bir arada yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılına girdiğimiz bu günlerde, cumhuriyet ve demokrasi deneyimimiz ile ilgili içerikli bir muhasebe ve geleceğe taze bir bakış gereksinimi ortada gözükmektedir” denildi.

Cumhuriyet’in kazanımları, demokrasi eksikliği ve bu eksikliğin giderilmesinin Türkiye’nin önceliği olduğu, kapsayıcı ve eşitlikçi bir cumhuriyet tasarımına ihtiyaç duyulduğu vurgulanan raporda, “Sorunların çözümlerinin de ezberlere ve hazır reçetelere değil, müzakerelere, katılıma, siyasal ve toplumsal uzlaşmalara, iyi çalışılmış titiz projelere dayanması gerektiği konusunda bir eğilime şahit olduk. Buradan hareketle, bugün Türkiye’de yaşanan büyük kutuplaşmaya rağmen çalıştayların tartışma kültürünün önceki dönemlere göre olgunlaştığını düşündürecek nitelikte geliştiğini söyleyebiliriz. Öte yandan katılımcılar Cumhuriyet’in kazanımlarından bahsederken de en ciddi eleştirileri yöneltirken de eşitlik, sosyal adalet, kamusal yarar ve katılım gibi ortak ve birleştirici ilke, değer ve kavramları kullandılar. Tüm farklı deneyimler ve anlaşmazlıklar karşısında bu ortak dil ve sembolik dünyanın önemli bir birleştirici rol oynadığı ve bundan daha çok yararlanılması gerektiği söylenebilir” denildi.

“Avrupa güvenlik mimarisi yeniden şekilleniyor”

“Küresel Dönüşüm ve Ulusal Strateji Çalıştayları” başlıklı çalıştayda, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Yılı bütün dünyada önemli jeopolitik kırılmaların yaşandığı ve dünyanın pek çok açıdan değişimlere gebe olduğu bir döneme denk geldiği belirtildi. Bu dönemin en belirgin özelliği ABD ve Çin arasındaki ekonomik, askeri, teknolojik rekabetin güçlenmesi olduğuna dikkat çekilen raporda, “Bu rekabet sonucunda 20.yy’ın önemli bir bölümünde hegemonik aktör olan ABD etki alanını Pasifik’e kaydırıyor. ABD’nin bazı bölgelerde gücü çekilirken geride yarattığı yeni dengeler ise bölgesel kırılmalara ve çatışmalara neden oluyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile de kimilerinin ikinci soğuk savaş dönemi olarak nitelendirdiği yeni bir döneme girdik. Ukrayna’nın işgali Batı ile Rusya arasındaki çizgiyi belirginleştirip, gerilimleri derinleştirmiş durumda. Bu çatışma Avrupa güvenlik mimarisini yeniden şekillendiren bir rol oynuyor” denildi.

Çalıştayda uzlaşı noktalarından ilkinin küresel dengelerin değiştiği ve bunun Türkiye’ye hem fırsatlar hem de bir takım yeni sınırlamalar getirdiği yönünde olduğu söylenilen raporda, “Söz alan birçok katılımcı Türkiye’nin küresel gelişmeleri izleyerek ülkenin refahı artıran bir dış politikaya sahip olmasının ve bunda teknoloji ve iklim uyumlu enerjinin öneminin altını çizdi. Bunun dışında başka bir uzlaşı noktası Türkiye’nin nüfuzunu istikrarlı olarak artırılabilen bir ülke olması beklentisiydi. Ancak dış politikada istikrar, öngörülebilirlik gibi geçmişte temel değer olarak görülen eğilimlerin artık geçerli olmayabileceği noktasında bir tartışma yaşandı. Katılımcılarımız esnek ve hatta bazı açılardan öngörülemez bir dış politikanın bu küresel geçiş döneminde ülkelere bazen avantajlar sağladığını iddia etti” ifadeleri yer aldı.

“İttifaklara dahil olma biçimleri tartışma alanıydı”

En önemli tartışma konularından birisinin Türkiye’nin içinde yer aldığı ittifak sistemi olduğu vurgulanan raporda, şunlar denildi: “Burada temel uzlaşı noktası Türkiye’nin mevcut ittifaklarından vazgeçilmemesi konusunda oldu. Ancak bu ittifaklara dahil olma biçimleri ve Türkiye’nin stratejik özerkliği önemli bir tartışma alanıydı. Kimi katılımcılar Türkiye’nin Batı ittifakı içerisinde belirgin bir aktör olarak kalmaya devam etmesinin önemini vurgularken ve bu ittifakın Türkiye dış politikası için ana ittifak sistemi olması gerektiğinin altını çizerken; kimi katılımcılar için Batı ittifakı Türkiye’nin farklı ittifaklarından sadece birisi olmalıydı.”

“Türkiye servet eşitsizliği ile öne çıkan bir ülke”

Raporun “Refah ve Bölüşüm Çalıştayları” isimli kısmında ise, Türkiye ekonomisinin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana belirli bir uzun vadeli trendin etrafında oynaklık göstermekle beraber hem toplam hem de kişi başı milli gelir açısından anlamlı bir ekonomik büyüme gösterdi belirtilirken, bu ekonomik büyümenin sosyal refaha ne ölçüde yansıdığı ve özellikle toplumun tamamını kapsayacak ve toplumun geniş kesimlerinin zaman içerisinde göreceli olarak büyüyen pastadan pay alacağı şekilde gerçekleşip gerçekleşmediği, uzunca bir süredir hem akademik dünyada hem de siyaset ve medyada tartışılan konular olageldiği söylendi.

Türkiye ekonomisinin zaman içindeki seyrine paralel olarak, Türkiye halen OECD ve Avrupa ülkeleri içinde nispeten yüksek gelir ve servet eşitsizliği seviyesi ile öne çıkan bir ülke dile getirilen raporda, eşitsizliklerin temel sonuçlarından birinin de Türkiye’de ciddi bir düzeyde olan yoksulluk olgusu olduğu ve Yoksulluğun ölçümü ve hangi politikalarla azaltılabileceği Cumhuriyet’in kuruluşundan beri ekonomi politikası tartışmalarının temelinde yer aldığı belirtildi.

Raporda, sosyal refahın gelirle sınırlı olmadığı; toplumun genel mutluluğu ile sağlığa, eğitime, konuta, temiz havaya, temiz suya ve güvenli gıdaya ulaşabilmenin sosyal refahın önemli bir boyutta olduğuna dikkat çekildi. Toplum olarak hangi ekonomik hedeflerin olması gerektiği konusunda ise görüşlerin değişkenlik gösterdiği aktarılan raporda, “Örneğin bir katılımcı eşitsizlikten önce yoksulluğa odaklanılması gerektiğini belirtirken, bir diğer katılımcı ise odaklanılması gerekenin verimlilik ve ekonomik büyüme olduğunu belirtti. Daha ağırlıklı görüş ise tek bir hedef yerine sürdürülebilirliği ve eşitliği de içeren daha kapsamlı bir sosyal-ekonomik hedefin olması gerektiği şeklinde” denildi.

“Sosyal yardımların etkisi düşük”

Ayrıca bir diğer ortaklaşılan noktanın, eşitsizliğin ölçümünde gelir, tüketim ve servet dağılımı kavramlarının yetersiz olduğu şeklinde olduğu belirtilen raporda, şunlar söylendi: “Eşitsizliği ölçerken çok daha geniş bir çerçeve çizilmesi, farklı boyutlarda eşitsizliklerin dikkate alınması gerektiği öne sürüldü. Önerilen ek ölçütler/kavramlar şu şekilde sıralandı: Eğitimde fırsat eşitliği, dijital imkanlara ulaşmada eşitlik, özgürlüklerden faydalanmada fırsat eşitliği, ekolojik ve çevresel maliyetleri üstlenmede adalet uasaların yapılması sürecinde eşitlik (politik karar süreçlerine katılım) yargıda, hak aramada eşitlik Zaman kullanımında eşitlik.”

Rapora göre, Türkiye’de bölüşümde bugün gelinen nokta açısından ise birkaç istisna dışında genel görüş, eşitsizliklerin yüksek olduğu şeklinde. Bu noktaya gelinmesinde uygulanmış olan politikaların nasıl bir rolü olduğu da üzerinde durulan konulardan birisi olduğu belirtilen raporda, “Örneğin sosyal yardımların etkisi tartışmalı görünüyor. Sosyal yardımlar bir yandan ‘en düşük gelirli grubun gelir payını artıran başarılı bir politika aracı’ olarak görülürken, toplamda gelir dağılımına etkisinin düşük olduğu belirtildi” denildi.

“İklim felaketleri eşitsizliği derinleştiriyor”

Raporun “Çevre ve Kalkınma Çalıştayları” isimli bölümünde, yoksulluğun, eşitsizliklerin, işsizlik ve güvencesizliğin, yer değiştirmelerin, barınma ve gıda sorunlarının da arttığı dönemde, iklim felaketlerinin neden olduğu yüksek maliyetler ekonomik sorunları, işsizliği ve eşitsizliği derinleştirdiği belirtildi. Yaşanan kayıpların toplumun yoksul ve düşük orta gelirli kesimlerini daha ağır bir şekilde etkiler, güvenlik riskleri dahil sosyal sorunları ağırlaştırırken, iklim krizinin adaletsizlik boyutu derinleştirdiği ifade edilen raporda, “Dünyada hiçbir ülkenin uzak kalamayacağı bu olumsuz gidişat, ekonomisi, sosyal ve siyasal yapısı ve yönetişimi yetersiz ülkeleri daha derinden etkiliyor. Bir yandan iklim krizine ve ağırlaşan çevresel sorunlara bir cevap olarak ortaya çıkan, bir yandan da küresel düzeyde yaşanan jeopolitik, siyasal ve ekonomik dönüşümle iç içe geçen yeni eğilimler, bu tür hızlı dönüşümlere hazırlıksız yakalanan, bilimsel ve teknolojik gelişmelere öncülük edemeyen, kurumları ve demokratik mekanizmaları aşınan ülkeler için yeni tehditler oluşturuyor” denildi.

“İklim krizi ile mücadele gelir kaybına sebep olur kanısı yaygın”

Türkiye’de iklim krizi ile mücadelenin gelir kaybına neden olacağı ve kalkınma hedefleriyle çelişeceği kanısının yaygın olduğu vurgulanan raporda, şu ifadeler yer aldı: “Ekonomik krizden çıkmadan ya da ekonomi düzelmeden çevreyle ilgilenmenin lüks olacağı da yaygın bir anlayış olmayı sürdürüyor. Oysa ülkenin orta ve uzun zaman ufkunu kapsayan akademik çalışmalar ve STK raporları, Türkiye’nin yenilenebilir enerji kaynaklarına geçmesinin ve tarım ve sanayide yeşil dönüşümü gerçekleştirmeye yönelik adımlar atmasının, karbona gerçek bir fiyat da konması halinde milli gelirde yüksek bir artış sağlayabileceğini, bölgesel eşitsizliklerin azaltılacağını, enerji güvenliğinin iyileşeceğini, katma değeri daha yüksek bir üretim deseni ile daha fazla istihdam yaratılabileceğini öngörüyor.”

Ortak vurgunun, kalkınma ve ekonomik büyüme arasındaki karmaşık ilişkiler bütününe bakıldığında, çevre ve kalkınmanın birbirleriyle tezat fikirler olmadığı, büyümenin insan onuruna yakışır ve doğaya saygılı bir biçimde gerçekleştirilebileceği inancı olduğu ifade edilen raporda, “Bunu başaran bir çok ülkenin olduğu, ülkemizin de iklim değişikliği ile mücadeleyi başarıyla yürütebileceği ve yaşam kalitesinden ve ileriki nesillerin refahından ödün vermeksizin kalkınma ülküsünü gerçekleştirebilecek donanıma sahip olduğumuz sıklıkla dile getirildi” denildi.

“Türkiye emisyon azaltım hedefi belirlemekten kaçındı”

Türkiye’nin iklim değişikliğiyle mücadele ve bu dönüşüme katılma adına yeni ve yaratıcı bir söylem geliştirmeye olan ihtiyacı çok acil bir görev olarak önünde durduğu vurgulanan raporda, şunlar söylendi: “Türkiye, küresel sera gazı emisyonlarında ‘sorumluluğu görece az”’ bir ülke olduğu anlayışıyla, şimdiye dek ciddi bir emisyon azaltım hedefi belirlemekten kaçındı. Henüz gelişmekte olan bir ülke olduğumuza, iklim krizinin ve çevresel yıkımın bizim dışımızda ortaya çıkan, gelişmiş ülkelerin suçlusu, bizimse mağduru olduğumuz bir mesele olduğuna inanıldı. Oysa veriler Türkiye’nin toplam ve kişi başı sera gazı emisyonlarının artış hızında dünyanın önde gelen ülkeleri arasında olduğunu, yıllık emisyonlarda üst sıralarda bulunduğunu, kişi başı karbon emisyonunun da dünya ortalamasının üzerinde seyrettiğini gösteriyor. Değerlendirme (139) Çevre ve Kalkınma Üstelik Türkiye’nin kişi başı karbon emisyonu AB’ye göre biraz az olsa da, dolar bazında üretilen milli gelir başına emisyonları AB’den daha yüksek. Yüksek enerji ve karbon yoğunluklu üretim yapısı, özellikle enerji sektörü için daha belirgin bir sorun halinde.”

“Karşılıklı tartışma ihtiyacını teyit ettik”

Prof. Dr. Ali Yaycıoğlu, raporun “Sonuç Yerine” bölümünde, Türkiye’nin temel meselelerinde çok derinlikli bir karşılıklı tartışma ihtiyacının olduğunu, bu ihtiyacın düşün ve eylem insanlarınca kabul edildiğini bu çalıştayların dokusuyla teyit etmiş olduklarını belirtti.

Tartışmaların dokusu ile ilgili bir diğer tespitlerinin farklı grupların birbirinin varlığının farkında ve birbirlerini ilgi ile dinleme tavrında olmaları olduğunu ifade edilen raporda, “Farklı grupların başka fikir kümelerinin varlığı hakkındaki farkındalığının eski dönemlerden, mesela 1990’lar ya da 2000’li yılların başlarından, daha gelişmiş olduğunu düşünüyoruz. Cumhuriyet ve Demokrasi çalıştaylarına katılan bir tartışmacı Cumhuriyet’in en önemli kazanımını zamanla oluşmaya başlayan “farklılıklarla bir arada yaşamanın farkındalığı” olduğunu söylemişti. Bu farkındalık ruhunu bu çalıştaylarda hissettik dersek sanırım yanlış bir cümle kurmuş olmayız” denildi.

Ancak farklılıkların farkındalığının çoğulcu bir toplum oluşturmak için yeter şart olmadığı vurgulanan bölümde, şunlar söylendi: “Neticede meseleleri beraber çözüp ortak bir gelecek tasarımı yapacak bir toplumun, çoğul durumun farkında olmaktan daha öteye gidebilmesi, farklı düşüncelerden ve çıkar gruplarından insanların bir arada kâh müzakerelerle, kâh bazı konularda ortaklaşarak, kâh tartışmalar sonucu değişebilme iradesi göstererek beraber fikir üretebilmesine bağlı.”

“Çin üzerine yoğunlaşma dikkatimizi çekti”

Türkiye’nin uzun süredir kendini ne kadar bir Avrupa ülkesi olarak gördüğü ya da Avrupa’nın Türkiye’yi ne kadar Avrupa’da konumlandırdığının önemli tartışma konularından birisi olduğu aktarılan raporda, şu ifadeler yer aldı: “Bizim çalıştaylarımızda ortaya çıkan bu ilginç veri ise Türkiye – Avrupa ile ilişkilerinin tarihsel, kurumsal, hukuksal, siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel vb. her açıdan Türkiye’yi (ve aslında Avrupa’yı) anlamak için temel teşkil ettiği hakkında anlamlı bir ipucu veriyor. Belki daha ilginci, toplantılarda Avrupa ile beraber, Çin üzerine de bir yoğunlaşma olduğu dikkatimizi çekti. Bu yoğunlaşma sadece Çin’in toplantılarda en çok üzerinde durulan meselelerden biri olmasının ötesinde, farklı kavramlarla en çok ilişkilendirilen konu olmasından kaynaklanıyordu. Çin; demokrasi, otokrasi, ticaret, teknoloji, gümrük, çevre, Batı ittifakı, Amerika, Rusya gibi birçok mesele ile ilişkilendirilerek çok kapsamlı bir şekilde tartışıldı. Buna karşın ABD’nin çok dar bir çerçevede işlendiğini söylememiz gerekiyor.”

“Tüm tartışmalarda eşitliğe kuvvetli vurgu yapıldı”

Tüm tartışmalarda eşitlik meselesine çok kuvvetli bir vurgu yapıldığı aktarılan raporda, “Eşitlik ve eşitsizlikle beraber, hak ve haksızlık, sosyal adalet, fırsat eşitliği, kamusallık gibi eşitliğin altını çizen kavramlar adeta toplantıları birbirine rabıtalıyordu. Bu kavramların bu kadar öne çıkması bugünün Türkiyesi hakkında ne söylüyor? Birçok katılımcının Cumhuriyet’in en önemli kazanımını eşit yurttaşlık, fırsat eşitliği, eğitim yoluyla dikey hareketlilik gibi kavramlarla açıkladığını burada hatırlatalım. Muhakkak ki eşitlik çok karmaşık bir kavram. Toplantılarda eşitliğin gelir eşitliğinin çok ötesinde anlamlar kazandığını belirtmek isteriz. Sosyal, toplumsal cinsiyet kaynaklı, nesil kaynaklı, kültürel, ekolojik adalet kavramları dar anlamda eşitlik kavramının önüne geçmiş gözüküyor” denildi.

Çalıştaylara katılan düşün ve eylem insanları arasında eşitliğin ve adaletin altını çizen yeni bir gelecek inşa etmenin gerektiği konusunda güçlü bir mutabakat olduğunu vurgulanan raporda, buna mukabil geleceğin nasıl inşa edilmesi gerektiği konusunda, belki ekolojik felaket konusunda konuşan düşün ve eylem insanları dışında, bir mutabakatın olduğunun söylenemeyeceği belirtildi.

Ancak gidilecek güzergâh ve pratik çözümler üzerine bir mutabakatın olmaması güçlü fikir ayrılıklarından ya da gelecek tahayyülündeki çatışmalardan kaynaklanmadığı aktarılan raporda, “Bu mutabakatsızlık bir yönüyle farklı fikirlerden, tutumlardan, kimliklerden ve çıkarlardan oluşan çoğulcu bir Türkiye’nin yüzleşmesi gereken doğal ve olması gereken bir mutabakatsızlık” denildi.

 

                                                               

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir